13 Ocak 2014 Pazartesi

Koalisyonlar ve Özür


Mutsuzluğun bulaşıcı olduğunu anımsatması için her çağın bir Schopenhauer yaratmasını beklemek haksızlık olur. İnsanın insanı tanımaya mecali olmadığı bir gündelik içerisinde, mutsuzluk hissini tespit edip ayıklayabilmeyi düşünmekse hayalperest bir duruş çizebilir. Hal böyleyken elimizdeki verileri sağaltmak için vicdanımızın sesini dinlemekten başka yol yokmuş gibi gözüküyor.


Birkaç azınlık hükümeti hariç koalisyonlarla yönetilen Nullepays’de, on yılı aşkın süredir istikrar ve iradeden söz eden iktidar partisi, çeşitli alt fraksiyonları yok sayarsak üç ana akımın işgüdümü ile muktedir olduğunu inkâr ediyordu. Oysa salt kamu bankalarının yönetimleri üzerinden bile açıkça görülebilecek olan koalisyon ortaklığı geleneğinin kısa vadede başarılı bir örneği icra edilmiş, aralarında erk paylaşımı yapılan ana akım unsurlar sözüm ona ahenk içerisinde çalıştırılmıştı. Ta ki…



Kıvılcımın tam olarak nerede ve neden parladığını bilemesek de bazı kuramlar yok değil. Müzenin camiye çevrilmesi, eğitim sisteminin değiştirilmesi, “iktidar değiştirir, mutlak iktidar mutlak değiştirir” sözünü anımsatan otoriter tavrın pekiştirilme kaygısı gibi adımlar öne çıkarken göz ardı ettiğimiz bir etken daha söz konusuydu: kitlesel hakların telaffuzu.



İnsan haklarının yüce mertebesinden dem vurarak etnik, dinsel, cinsel, siyasi ya da ekonomik birliği/benzerliği olan topluluklara kitlesel haklar vermeyi dillendirmek, herhangi bir toplumun içindeki ben ve öteki algısını pekiştirmeye hazır olmayı gerektirir. Anadiline hasret olanın dilini öğrenmesi ve konuşması, dini hassasiyetleri gereği şekil şartlarını yeterince taşıyamadığını düşünenin gönül rahatlığıyla konum alabilmesi, her nevi cinsel yönelimin yatak odası mahremiyeti gibi sıralanıp sürdürülebilecek olan haklar, Nullepays iktidarının yanılgıya düştüğü üzere kitseler değil, bireysel haklar olarak tanımlanması gereken alanlardır. Birey değil de kitleye hak tahsis edildiği sürece ötekileştirme kaçınılmaz hale gelir.



Yıllar önce katıldığım bir sempozyumun ana salonundaki “Yaşasın eşcinsel aşk!” dövizi, tarafı olduğum bir savın ortaya konuluş biçemi üzerinden bile beni rahatsız etmişti. Belki de yalnızca bir özür bekleyen insanların kendi duygularını olumlama kaygısı, bir başkasının duygusuna körlük içermeye başladığında kitlesel hak talepleri başlar. Salona asılan pankarta “Yaşasın aşk!” yazmak, cinsel yönelimi ne olursa olsun, hatta bir cinsel yönelimi olmasa da başlı başına bir duygu olarak, aşkın ne denli saygın ve mahrem bir duygu olduğunu işaret etmeye yetecekti.



Bugün, katliamlarını bile takipsizlikle meşgul Nullepays’de, istisnasız her sakinin beklediği yalnızca samimi bir özürdür. Benim de senin kadar yaşamda kalmayı hak ettiğim, salt birey olduğum için saygı gördüğüm, nüfuzumdan bağımsız olarak birey olabildiğim, ötekileştirilmediğim gibi ötekileştirmediğim bir toprakta yaşamak için özlenen tek şey…



Başarısızlıkla sonuçlanan koalisyonların dağıldıktan sonra birbirlerinden bile özür dileyemediği Nullepays’de, muktedirden özür beklemek fazla iyimserlik olacak. Peki ya senden, benden?

6 Ocak 2014 Pazartesi

Girizgâh

Tüm direncimin ardından sosyal medyaya karşı koymamak gerektiğine ikna olduktan sonra, 2014 yılının ilk pazartesi gününden itibaren “rejimi esnetmeye” karar verdim. Kısa bir süre önce açtığımız Facebook ve Twitter hesaplarını bu sayfayla tamamlamayı seçtik.

Sosyal medya ile ilgili tümcelerimde birinci çoğul kişi çekimini sıkça tercih edeceğimi tahmin ediyorum. Zira hem ilgi eksikliğimi hem de gecikmişliğin verdiği uyum sorunumu, bu konuda bana yardımcı/önayak olan arkadaşlarımla aşmak üzere cesaret edebildim.

Neresinden başlayacağımı bilemediğim ilk satırları, birkaç ay içerisinde hazırlıkları tamamlanacak olan Beylerbeyi’nde Son Tango isimli ikinci şiir kitabım ve Babamın Gizli Ajandası isimli ilk romanımı muştulayarak bitiriyorum.

Bundan sonra her pazartesi, mevcut dosyalardan parçaları, gündeme ve gündemime ilişkin düşüncelerimi, vazife edindiğim bilaistisna tüm konulardaki görüşlerimi paylaşmak üzere…