Mutsuzluğun bulaşıcı olduğunu
anımsatması için her çağın bir Schopenhauer yaratmasını beklemek haksızlık
olur. İnsanın insanı tanımaya mecali olmadığı bir gündelik içerisinde,
mutsuzluk hissini tespit edip ayıklayabilmeyi düşünmekse hayalperest bir duruş
çizebilir. Hal böyleyken elimizdeki verileri sağaltmak için vicdanımızın sesini
dinlemekten başka yol yokmuş gibi gözüküyor.
Birkaç azınlık hükümeti hariç
koalisyonlarla yönetilen Nullepays’de, on yılı aşkın süredir istikrar ve iradeden
söz eden iktidar partisi, çeşitli alt fraksiyonları yok sayarsak üç ana akımın
işgüdümü ile muktedir olduğunu inkâr ediyordu. Oysa salt kamu bankalarının
yönetimleri üzerinden bile açıkça görülebilecek olan koalisyon ortaklığı
geleneğinin kısa vadede başarılı bir örneği icra edilmiş, aralarında erk
paylaşımı yapılan ana akım unsurlar sözüm ona ahenk içerisinde çalıştırılmıştı.
Ta ki…
Kıvılcımın tam olarak nerede ve
neden parladığını bilemesek de bazı kuramlar yok değil. Müzenin camiye
çevrilmesi, eğitim sisteminin değiştirilmesi, “iktidar değiştirir, mutlak
iktidar mutlak değiştirir” sözünü anımsatan otoriter tavrın pekiştirilme
kaygısı gibi adımlar öne çıkarken göz ardı ettiğimiz bir etken daha söz
konusuydu: kitlesel hakların telaffuzu.
İnsan haklarının yüce
mertebesinden dem vurarak etnik, dinsel, cinsel, siyasi ya da ekonomik
birliği/benzerliği olan topluluklara kitlesel haklar vermeyi dillendirmek,
herhangi bir toplumun içindeki ben ve öteki algısını pekiştirmeye hazır olmayı
gerektirir. Anadiline hasret olanın dilini öğrenmesi ve konuşması, dini
hassasiyetleri gereği şekil şartlarını yeterince taşıyamadığını düşünenin gönül
rahatlığıyla konum alabilmesi, her nevi cinsel yönelimin yatak odası
mahremiyeti gibi sıralanıp sürdürülebilecek olan haklar, Nullepays iktidarının
yanılgıya düştüğü üzere kitseler değil, bireysel haklar olarak tanımlanması
gereken alanlardır. Birey değil de kitleye hak tahsis edildiği sürece
ötekileştirme kaçınılmaz hale gelir.
Yıllar önce katıldığım bir
sempozyumun ana salonundaki “Yaşasın eşcinsel aşk!” dövizi, tarafı olduğum bir
savın ortaya konuluş biçemi üzerinden bile beni rahatsız etmişti. Belki de
yalnızca bir özür bekleyen insanların kendi duygularını olumlama kaygısı, bir
başkasının duygusuna körlük içermeye başladığında kitlesel hak talepleri
başlar. Salona asılan pankarta “Yaşasın aşk!” yazmak, cinsel yönelimi ne olursa
olsun, hatta bir cinsel yönelimi olmasa da başlı başına bir duygu olarak, aşkın
ne denli saygın ve mahrem bir duygu olduğunu işaret etmeye yetecekti.
Bugün, katliamlarını bile
takipsizlikle meşgul Nullepays’de, istisnasız her sakinin beklediği yalnızca
samimi bir özürdür. Benim de senin kadar yaşamda kalmayı hak ettiğim, salt
birey olduğum için saygı gördüğüm, nüfuzumdan bağımsız olarak birey
olabildiğim, ötekileştirilmediğim gibi ötekileştirmediğim bir toprakta yaşamak
için özlenen tek şey…
Başarısızlıkla sonuçlanan
koalisyonların dağıldıktan sonra birbirlerinden bile özür dileyemediği
Nullepays’de, muktedirden özür beklemek fazla iyimserlik olacak. Peki ya
senden, benden?